Atatürk’ün Anzaklar ile ilgili sözleri
Publié le | par | Nombre de visite 186
Atatürk’ün Anzaklar ile ilgili sözleri
“Çanakkale 1915” Dergisi,
Nisan 2015, Sayı : 23
SERMET ATACANLI
Ankara’da kurulu Başkent Üniversitesi tarafından yayımlanan ve gazeteci Mete Akyol’un Yayın Genel Yönetmenliğini yaptığı aylık "Bütün Dünya" dergisinin Mart 2015 tarihli sayısı kapağında şu başlıkla çıktı :
"Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılında Ortaya Çıkan Acı Gerçek : Anzak Anıtlarındaki Sözler Kime Ait ?"
Bu çarpıcı başlığın, özellikle Çanakkale Savaşları’na yakından ilgi duyan kişilerce fark edilmemesi mümkün değildi. Hatta bu başlık, konuya özel bir merakı olmayanların da mutlaka bir biçimde dikkatini çekecekti. Nitekim öyle de oldu ; zihinler bulandı. Öte yandan, kapakta işaret edildiği üzere derginin 23. sayfasında yer alan Cengiz Özakıncı imzalı makalenin başlığı ise daha da irkilticiydi :
"1915 Çanakkale Savaşı Anıtlarına Kazınan ’Conilerle Mehmetçikler Arasında Fark Yoktur’ sözleri Atatürk’e Ait Değil- Atatürk’ün Anzaklarla ilgili gerçek sözleri, Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100. Yıldönümünde, ilk kez tam metin olarak Bütün Dünya’da".
Derginin piyasaya verilmesinden birkaç gün sonra bazı Türk yayın organlarında ve bazı internet sitelerinde, bu makaleye atıf yapılarak "O sözler Atatürk’e ait değilmiş, Atatürk o sözleri hiç söylememiş" mealinde yazılar çıktı. İşin daha hazini ise, konunun çok uzaklarda, Avustralya’da da yankı bulmuş olması ve Atatürk’ün o muhteşem ifadeleri üzerine oradaki zihinlerde de gölgeler yaratılmış bulunmasıydı.
Şimdi bu makaleyi ve makaledeki iddiayı biraz irdeleyelim, bu konudaki hissiyatımızı ise en sona bırakalım :
Bilindiği üzere, Atatürk’ün bu sözleri Türk Tarih Kurumu’nun o zamanki Genel Sekreteri değerli tarihçi Uluğ İğdemir’in ilk olarak 1978 yılında Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında yer alan "Atatürk ve Anzaklar" adı kitapçığı ile yeniden gün yüzüne çıkmıştır. "Yeniden" diyorum, çünkü İğdemir kitapçığında bu sözleri Dünya gazetesinin 10 Kasım 1953 tarihli özel sayısından bulup çıkarmıştır. Gazeteci Yekta Ragıp Önen’in Atatürk’ün İçişleri Bakanlarından Şükrü Kaya ile yaptığı bir görüşmenin hikâyesi, Dünya gazetesinin anılan nüshasında yer aldığı ve İğdemir’in alıntıladığı şekliyle aynen şöyledir :
"Büyük asker, büyük inkilâpçı, büyük insan Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Sayın Şükrü Kaya’nın evindeyim. 10 Kasım’ın arifesinde, kendisinden Aziz Atatürk’e ait hatıralarını dinliyorum. Bunu, ben rica ettimdi de, ’gel bakalım, konuşuruz’ demişti. Milli Mücadele ve İnkilâp tarihinde idare adamı olarak vazife alan değerli meslektaşım Şükrü Kaya’nın Atatürk’e ait hatıraları o kadar zengin ki... Kendisini hatıralar seline kaptırmış, derin bir heyecan, bir vecd içinde anlatıyor. Not alıp bunları zaptetmeye imkân yok ! Atatürk’ün görüşü, düşünüşü, hissedilişini, insanlık, efendilik taraflarını, hadiselerle izah ediyor ; o heyecanlandıkça yeni hatıralar canlanıyor ve ben Büyük İnsan’ın büyüklüğünü kavrayamamanın aczi içinde düşünüyorum.
Sayın Şükrü Kaya, Atatürk’le beraber geçirdiği günleri elbette yazacaktır, ben hatıraları hazinesinden ancak bir iki tanesini buraya nakledeceğim.
Büyük İnsan Atatürk’e, insan Atatürk’e bakınız. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Çanakkale mıntıkasında teftişe gidecek. Veda için ziyaret ettiği zaman Atatürk şöyle diyor :
– Çanakkale’yi ziyaret ettiğin zaman aziz şehitlerimizi de ziyaret edeceksin. Bu vazifeyi yapacağına şüphe yok. Yalnız nasıl bir nutuk söyleyeceksin, ben söyleyeyim. Burada yatan aziz şehitlerimiz ! Siz hürmetle, saygı ile anıyoruz, diyeceksin. Mehmetçik abidesinin başında, dilinin bütün talâkatıyla konuşacaksın. Burada rahat ve huzur içinde yatınız diyeceksin. Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu boğaz aşılır, İstanbul işgal edilir, vatan toprakları istilaya uğrardı, diyeceksin.
– Evet, böyle konuşacağım !
– Hayır, hayır... Sen böylenin üstünde, çok daha başka konuşacaksın. Orada, Çanakkale’de yalnız bizim şehitlerimizi değil, bu topraklar üzerinde kanlarını döken insanları da, o kahraman muharipleri de hürmetle, saygıyla anacaksın.
– Paşam, ben bunu yapamam ; çünkü bu sözler ancak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir.
– Söyleyeceksin. Çanakkale’den cihana karşı böyle konuşacaksın. Senin böyle konuşman lâzım.
Şükrü Kaya, Atatürk’ün yanından ayrılıyor ve gece tekrar buluşuyorlar. Atatürk, Şükrü Kaya’ya bir kâğıt uzatıyor. Bu, Çanakkale’de söyleyeceği nutuktur. Atatürk bizzat hazırlamıştır ve Şükrü Kaya bu nutku alıp Çanakkale’ye gidiyor. Orada Mehmetçiğin mezarı başında bu nutku söylüyor. Nutukta Şükrü Kaya’nın yabancı muhariplere hitaben belirttiği cümleler şunlar :
’ Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar ! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar ! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır’.
İğdemir’in kitabından anlaşıldığı üzere, kendisi bu araştırmayı Alan J. Campbell adlı bir Avustralyalının talebi üzerine yapmıştır. Campbell Avustralya’nın Brisbane kentinde bir "Çanakkale Onur Çeşmesi" yaptırmak üzere kurulan bir komitenin başkanıdır. Atatürk’ün Anzaklarla ilgili bu güzel sözleri kulağına gelmiş, bunları Türk Tarih Kurumu Başkanı’na doğrulatmak istemiştir. Campbell İğdemir’den teyidi aldıktan sonra, Atatürk’ün ifadelerini İngilizceye çevirterek Brisbane’deki çeşmenin üzerine bir plaka halinde yerleştirmiştir. Campbell çeviriyi yaptırırken, ""Bizim için Johnnyler ile Mehmetler arasında bir fark yoktur" cümlesini de çeşmenin üzerindeki yazıta dahil etmiş. Bu cümle İğdemir’in kitabında Atatürk’e atfen verilen metinde yer almıyor. Bu noktaya tekrar döneceğim.
Şimdi gelelim Bütün Dünya dergisinin Mart 2015 tarihli sayısında Cengiz Özakıncı imzasıyla yayınlanan makaleye...
Makale okunduğunda anlaşılıyor ki, yazar Avustralyalılardan hoşlanmıyor... "İşgalci Johnnyler" gibi, savaşın 100. yıldönümünde artık çoktan tarihe terk edilmesi gereken "anakronik" bir söylemi makalesine bayrak yapmış. Avustralya ve Yeni Zelandalıların Çanakkale Seferi’ne katılımlarının yanlışlığı ve anlamsızlığı üzerinde daha uzun yıllar önce bizzat kendilerinin özeleştiri yapmış olduklarını bilmiyor veya görmezden geliyor. Yapılması gereken vurgunun bugün artık Çanakkale Savaşı konusunun bu ülkeler arasında bir barış ve dostluk köprüsü oluşturduğunun belirtilmesine yönelik olmasını ve onyıllardır Çanakkale Savaşı anmalarının bu tema ekseninde şekillenip geliştiğini, o savaşı bizzat yaşayıp acılarını yüreğinde hissetmiş olan Atatürk gibi bir liderin bunları daha 30’lu yılların başında söylemiş bulunduğunu hiç hesaba katmıyor.
Bunu geçelim... Kuşkusuz yazarın hissiyatı böyle ise, kendi bileceği bir husustur. Katılmasak bile insanların duygularına karışacak değiliz. Esas vurgulamak istediğimiz şu : Makalenin tümünde ciddi bir sorun var. Avustralyalı Campbell Atatürk’ün sözlerine yukarıda değinilen bir cümleyi ilave etmiş ve makale sahibi Özakıncı da bunu tespit etmiş. Kuşkusuz Campbell doğru yapmamış. Gerçi ilave ettiği cümle Atatürk’ün beyanlarının özü ile aynı paralelde, ama yapmasaymış daha iyi olurmuş. Ancak esas sorun bu değil.
Makaleyi okuyunca, derginin Yayın Genel Yönetmeni Mete Akyol’a bir mesaj gönderip şunları söyledim :
"Peki, şimdi bu bir cümlelik ilave var diye Atatürk’ün dünya savaş edebiyatı tarihinde eşsiz ve emsalsiz olan o anıtsal ifadelerinin tümünü yok mu sayacağız ? Yazarın böyle bir amaç ve iddiası yok ; biliyorum ama ne yazık ki derginin sunumu ve kapaktaki sansasyonel kompozisyon zihinlerde hemen böyle bir çağrışım yaptırıyor. Nitekim dergiden alıntı yapan bazı Türk medya organlarında bu yönde yayınlar çıkmaya başladı bile. Üstelik bu konu çok uzaklarda, Avustralya’da da yankılanmaya başladı. Öyle ki, ancak Atatürk çapında bir devlet adamı tarafından dile getirilebilecek, insanın gözüne yaşlar getirecek kadar asil duyguları yansıtan bu güzel ifadelerin TÜMÜ bir uydurukçuluk eseriymiş gibi bir hava ortaya çıkarıldı. Bu, büyük bir yanlışlık ve Atatürk’ün anısına da kabul edilemez bir haksızlıktır".
Sayın Akyol bir hafta kadar sonra bu mesajımı cevaplandırdı. Kuşkusuz, kendisinin onayı olmadan bana yazdığı cevaba burada yer vermem doğru olmaz. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ; Sayın Akyol Atatürk’ün sözlerinin tümünün "uydurma" olduğunda ısrarlı idi ve bunu derginin bir sonraki (Nisan) sayısında kanıtlayacaklarını söylüyordu.
Heyecanla ve biraz da endişe ile derginin Nisan sayısını beklemeye başladım. Dergiyi elime aldığımda bir de ne göreyim, Cengiz Özakıncı’nın bu ikinci makalesi neredeyse tümüyle benim Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden bulup çıkardığım ve "Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları" kitabımda yayınladığım bilgi ve belgelerden oluşuyor. Olabilir, buna bir itirazım yok, üstelik kaynak da göstermiş. Tamam, iyi de, Özakıncı bu belgeleri, hiç alakası olmadığı halde, Atatürk’ün meşhur ifadelerinin "uydurma" olduğunun kanıtı yapmış. Yani benim binbir emekle gerçekleştirdiğim ve Atatürk’ün büyük ve ve âlicenap kişiliğinin yeni bir örneği olarak tarih yazımına mal ettiğim bir araştırmanın ürününü, hiç katılmadığım kendi görüşlerine dayanak yapmaya kalkmış ! Güler misin, ağlar mısın... Üstelik argümanlarının bence hiçbir haklı yönü ve inandırıcılığı da yok. Dolayısıyla ortada bir ispat da yok. O başka, onlar başka... Ama ortalama bir okurun bu kadar ayrıntıya inmesi ve konuları bilmesi mümkün değil. Başlıklar yeteri kadar kafa karıştırıcı zaten.
Derginin Mart sayısında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Çanakkale’deki Mehmetçik Anıtı önünde yaptığı konuşmanın metni de yer alıyor. Son derece açık ; Bakan tam da Atatürk’ün Ankara’da kendisine verdiği talimat doğrultusunda konuşmuş. Konuşması Atatürk ve Türk askerlerinin kahramanlıklarına övgülerle dolu. "...Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocuklarına ebedi minnetler" diyor. Türk askeri için başka övücü şeyler de söylüyor. Ama yine Atatürk’ün talimatları doğrultusunda "karşı tarafa" da çiçek atmayı ihmal etmiyor ve onlara şu ifadelerle sesleniyor :
"... Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz."
(...)
"... Ben mensup olduğum Türk içtimai heyetinin kurduğu Cumhuriyet hükümetinin mesul bir adamı olarak arzederim ki, Türk milleti bu karşılıkla abidelere hürmetle bakar ve iki tarafın ölülerini rahmetle yadederken..."
Şükrü Kaya nutkunu şöyle bitiriyor :
"...samimi temenni : Bu ölü abidelerin bir daha rekzolunmaması (dikilmemesi), bilakis bunları kuranlar arasında insanlık münasebetlerinin, insanlık bağlarının yükselmesidir".
Yazar Özakıncı Mart nüshasındaki makalesinin en sonunda Şükrü Kaya’nın bu cümlesini almış ve anlamını tam tersine çevirmiş. Diyor ki "... [İçişleri Bakanı] bu ölü abidelerin bir daha rekzolunmaması sözleriyle de ’ölü’ olarak tanımlanan Anzaklar vs. için bir daha Çanakkale’ye anıt dikilmemesini istemiştir." Hayret ki hayret ! Şükrü Kaya’nın söylediği o kadar açık ki... Yani "bir daha böyle abidelerin dikilmesini gerektirecek savaşlar olmasın, bilakis bu anıtları dikenler arasında dostluk olsun" demek istiyor. Yine Özakıncı, ilk makalesinin altına eklediği bir notta "Bu yazıda, duygularımı olabildiğince dışarıda bırakarak, yalnızca belge ve bilgi verip yorumu okuyucuya bırakmaya çalıştım" diyor. Ben de "pes !" diyorum. İyi ki duygu ve yorumlarını dışarıda bırakmış ! Bir de duygu ve yorumlarını da yazılarına katmış olsa neler okuyacaktık acaba ?
Özakıncı’nın bu iki makaledeki tek doğrusu, bu sözlerin, yaygın bilinenin aksine, 1934 değil, 1931 yılına ait olmasıdır. Keşke işi burada bırakmış olsaydı. Keşke "Atatürk’ün sözlerine bir cümle ilave edilmiş, bu doğru olmamış. Konuşma da 1934’de değil 1931’de yapılmış" demekle yetinip, bilgi dağarcığımıza ve tarih yazımına bir katkı yapmış olsaydı. Halbuki dergi yönetiminin de aşikâr olan onaylamasıyla, atılan başlık ve alt-başlıklarla fevkalade yanlış bir iş yapılmış. Atatürk’ün o anıtsal ifadelerinin varlığı ve gerçekliliği, hiçbir inandırıcı ve ikna edici kanıt olmadan, üstelik tam aksi yönde belgeler ortadayken, tartışma konusu yapılmış ve Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün doğum tarihinden ve doğduğu evden tutun, eylemleri ve söylemlerine kadar her yönüyle tartışma konusu yapılıp, Atatürk’le ilgili her konu üzerinde gölgeler yaratılması çabaları uzunca bir süredir hız kazanmış iken, bu çevrelerin değirmenine-istemeden de olsa- su taşınmıştır. Ayrıca, Avustralya ve Yeni Zelanda’da, hatta İngiltere ve Fransa’da Atatürk ismi etrafında mevcut saygı ve hayranlık duygularına da zarar verilmesi gibi bir tehlike ortaya çıkarmıştır.
Bu davranışın, Atatürkçü çizgisinden şüphe edemeyeceğimiz bir kurumun ve o kurumun yöneticilerinin süzgecinden geçip ortaya çıkması ise ayrıca üzücü olmuştur.
Son söyleyeceğim şudur : "Bütün Dünya" dergisinin iddiaları tümüyle dayanaksızdır. Atatürk’ün bu ifadeleri, Türkiye ve başka ülkelerde üzerlerine kazındığı taş ve kayalar kadar, bugün de sağlam ve dimdik ayakta ve gönüllerdeki kadar da gerçektir.