Batı neo-sömürgeciliğin yapısı. Mi̇lli̇yetçi̇li̇k ve evrenselci̇li̇k.
Batı neo-sömürgeciliğin yapısı.
Mi̇lli̇yetçi̇li̇k ve evrenselci̇li̇k.
Demokratik bir hükümet sistemi, halkın doğrudan ya da temsilcileri aracılığıyla iktidarı yönettiği bir sistemdir.
Bu demokratik sistemin amacı, her bireye var olma hakkı tanımak, her türlü ayrıcalıklı durumu ortadan kaldırmak ve haklara dayalı eşitlikçi bir sistem oluşturmaktır.
Bu nedenle demokrasilerin temel özellikleri eşitlik, özgürlük ve hukukun üstünlüğüdür. Bir bireyin veya bir topluluğun yasalar dışında olmamasıdır, diğer birey veya topluluklar üzerinde güç oluşturmamasıdır.
Fransa’da 1789 demokratik devrimi, Babouvizm gibi evrenselci hareketler de yarattı ; bu hareketler, koşulların birliği tüm insanları hedefliyordu ve aynı zamanda servet birikimini yasaklıyordu, çünkü bu servet birikimini başkaları üzerinde bir üstünlük ve tahakküm aracı olarak algılıyordu.
Bu evrenselci hareketler siyasi olarak az çok marjinaldi ve sonunda galip gelen muhafazakar ve ulusal güçlerle karşı karşıya geldiler.
Evrenselci hareketlerin ütopik hedefi, her türlü tahakküm sisteminden arınmış bütün insanlığın özgürlüğü iken, muhafazakâr güçlerin gerçekçilik çerçevesindeki hedefi ise, kendi toplumundaki bireylerin güvenliği ve refahı için, Devletlerinin, uluslarının gücü ve zenginliğiydi.
Batı’da ki evrenselcilik ile ulusalcılık ve Batıcılık arasındaki çatışmada her zaman ulusalcılık ve Batıcılık galip gelmiş ve bu da sömürgeci politikalara yol açmıştır.
Milliyetçilik ve evrenselcilik ilkeleri bir araya getirildiğinde, evrenselci ilkeler saptırılır ve diğer halkların varlığını yok sayarak, ulusal çıkarlara barbarca hizmet eden tahakküm ve yıkım araçlarına dönüşür ve ne kadar sahte olursa olsun, ahlaki bir misyona duyulan inanç nedeniyle, bu yıkım daha da şiddetlenir.
Böylece, Batı’da evrenselcilik, insan hakları ve hümanizm kavramları, emperyalizm ve sömürgeciliğe hizmet ettiklerinden dolayı ahlaki ve etik ilkeler değildir ; kullanılan ve maruz kalınan şiddeti meşrulaştırdıkları için, sömürgeciliğin yıkıcılığını çoğaltan silahlardır.
Dolayısıyla Batılı sömürgeci politikalar, hümanist ahlak kisvesi altında diğerlerini tahakküm altına almayı ve yok etmeyi amaçlamıştır.
Örneğin, medeniyet ve hümanizm bahaneleriyle, Fransızların 1830’da Cezayir’i sömürge olarak ele geçirmesi, Cezayirlilerin üçte birinin (3.000.000 nüfusun 1.000.000’u) Fransızlar tarafından yok edildiği bir soykırıma yol açmıştır.
1833’te bir Fransız komisyonu şöyle yazıyordu : "Suçluluğu her zaman şüpheli olan insanları sadece şüphe üzerine ve yargılamadan ölüme gönderdik. Tranzit izni olan insanları katlettik. Barbarlıkta barbarları geçtik".
Liberal küreselleşme ve çok taraflılık dönemi.
Batı’da bu ikiyüzlü, yani sahte evrenselci sistemin sonuçlarından biri, Batılı devletler arasında rakip çıkarlar nedeniyle çatışmaların ve savaşların şiddetlenmesi olmuştur.
Bu savaşların sonuncusu olan İkinci Dünya Savaşı, öncekilerden çok daha yıkıcı olduğu için, Batılı devletlerde siyasi sistemler ve ideolojiler (milliyetçilik, ulus devletcilik) hakkında sorular ve tartışmalar oluşmuştur.
Böylelikle, yapısalcılık, komünizm veya liberalizm gibi daha esas evrenselci ideolojiler, ulus ilkesi ve ulusal nitelikler değersizleştikçe ve artık desteklenmedikçe toplumlarda daha fazla yankı buldu.
Bu çerçevede, Batı’da çok taraflılığı ve liberal küreselleşmeyi teşvik etmek için bölgesel ve uluslararası kurumlar kurulmuştur (BM, IMF, DSÖ, çeşitli STK’lar, AB, vb.).
Ancak, çok taraflı bir sistem oluşturma hedefine rağmen, bu küreselleşme Batı hegemonyası, yani Avrupa ve özellikle de ABD altında gerçekleşmiştir ve aşamaları işbirliğine değil, çatışma ve savaşa dayalı olmuştur : komünizme karşı savaş, soğuk savaş ve terörle küresel savaş.
Liberal küreselleşmenin krizi ve sonu.
Bu liberal küreselleşme sürecinde, Batılı devletlerin güç ve kimlik kaybı ile Batılı bireylerin soyut özgürlüklerden ziyade somut güce daha yatkın olduklarından, Batılı halklar arasında, azalmış ve değerini yitirmiş bir biçimde de olsa, toplumlarını bu ulusal nitelikler etrafında yeniden inşa etmeye yönelik nostaljik bir arzu her zaman var olmuştur.
Kolektif psikolojide, grubun gücünün ya da güçsüzlüğünün bireysel nevrozlarda önemli bir rol oynadığı, ve kimliğin bastırılması saldırganlığa, çoğunlukla da kendine saldırganlığa yol açtığı biliniyor.
Nitekim, Fransa’da, özellikle 1980’ler ve 2000’lerde, bireylerin bir topluluk oluşturamamasıyla birlikte, ruhsal hastalıkların, antidepresan kullanımın ve intiharların sayısı Avrupa’da en yüksek seviyedeydi.
2000’leri takip eden yıllarda Batı’daki bu güç ve kimlik kaybı, ve Batı dışında bölgelerin ekonomi ve ticaret, güvenlik ve askeri, diplomasi ve uluslararası liderlik, yumuşak güç ve kültürel etkileri güçlendikçe, yavaş yavaş liberal küreselleşmenin sonu hazırlandı.
Büyük güç rekabeti.
Geleneksel olarak baskın olan Batı ekonomileri son yıllarda daha yavaş büyümekte, bu da uluslararası hegemonyanın ve yerel refahın kaybına neden olmaktadır.
Batılı olmayan ülkeler, küresel ekonomik ve siyasi karar alma süreçlerinde çok daha büyük bir rol oynamaktadır :
• 2023 yılında Batılı olmayan ülkelerin GSYH’si küresel GSYH’nin yaklaşık %45’ini temsil ediyordu.
• IMF’ye göre bu rakam 2050 yılına kadar %60’a yükselecek.
• Gelişmekte olan Asya ülkelerinin bu büyümede önemli bir rol oynaması bekleniyor.
Batı, liberal küreselleşmenin neden olduğu hegemonya kaybından sonra ve bu kaybı bertaraf etmek için, dünyayı büyük güç rekabeti kavramı altında bir kez daha kutuplaşmıştır.
Bu bağlamda Batı, dünya hegemonyası için bir savaş yürütmektedir. ilk hedef alınan devletler ise Batı sisteminin dışında ara güçler olmuştur (Suriye, Libya, Irak, vb.).
Çin’e karşı ticaret savaşı, Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaş, Afrika ve Orta Doğu’daki savaşlar, terörizmin kullanımı, Türkiye gibi devletleri parçalama planları, vb. şu anda Batı tarafından yürütülen hegemonya savaşlarının örnekleridir.
Batı’nın bu yeni hegemonya yarışının bir parçası olarak, Batılı devletler kendilerini siyasi, jeopolitik ve sosyal ittifaklar etrafında yeniden örgütlüyorlar.
Batı’da yeni sistem : Batı birliği ve Devletlerle işbirliği içinde olan örgütlü halklar.
Böylece, liberal küreselleşmenin ve yapısalcılık, komünizm gibi ideolojilerin yol açtığı hegemonya kaybi ve kolektif kişiliksizleşmeye, Batı’nın önemli devletlerinde başlayıp ve giderek yayılan, demokratik olmayan, saklı ancak etkisi çok olan, gittikçe daha fazla yapılandırılan ve neo-milliyetçi-Batıcı bir ideoloji tarafından yönlendirilen yeni bir toplumsal, sosyal ve siyasi örgütlenme biçimi yaratılmıştır.
Bu çerçevede, bazı Batılı devletlerde, toplumun yeniden inşası, şeffaf ve demokratik bir kamusal alanda değil, saklı, anti-demokratik, eylemleri görünür olan, ancak varlığını gizleyen ve Devletlerinin politikalarına hem içeride hem de dışarıda aktif olarak katılan ve son derece örgütlü bir şekilde (toplumda, kamu alanlarında, sivil ve ekonomi dünyalarında, medyalarda) gerçekleşmiştir.
Nitekim, önemli Batılı devletlerdeki bu yeni toplumsal örgütlenme biçimi altında, nüfusun giderek daha büyük bir bölümü artık özerk ve bağımsız bireysel vatandaşlardan değil, Batı’nın neo-sömürgeci askerleri olan, son derece örgütlü, iyi bilgilendirilmiş, şeffaf olmayan, varlığını gizleyen, legal toplumun içinde örgütlenen, eylemlerin arkasındaki örgüt, düşünce ve planları saklayan, saklı bir toplumun, yapının üyelerinden oluşuyor.
Daha geniş bir düzeyde, önemli Batı ülkelerinde başlayan ve diğer Batı ülkelerine yayılan, Devletlerle işbirliği içinde olan örgütlü toplumların ittifakını oluşturan, yeni Batı birliği söz konusudur :
• Bunlar yeni değerler etrafında gruplandırılmıştır (iklimcilik, LGBTizm, teknolojizm, karma ırk neo-milliyetçiliği, Batı ittifakı),
• Kendilerine keyfi ve yasadışı yetkiler (ekonomik, siyasi ve polis yetkileri, kamusal alanın, medyanın kontrolü) vermişler,
• Toplumun diğer kesimlerine, özellikle etnik azınlıklar üzerinde tahakküm kurmuşlar (kitlesel gözetim, baskı, şiddet),
• Ve, hem içeride hem de dışarıda, Batılı devletlerin neo-sömürgeci politikalarının bir ayağı olan yapı olmuşlardır.
Bu neo-milliyetçi ve Batıcı sistemin dışında kalan unsurlar ise, izolasyonist ve gelenekçi kalan klasik milliyetçiler ve başta Müslümanlar olmak üzere etnik azınlıklardır.
Ancak, yeni değerleri, karma ırk neo-milliyetçiliğini ve Batılı yeni emperyalist projelerine katılmayı kabul ettiğinde, yani izolasyonistlikten çıktığında ve Batı ittifakını bir üst yapı olarak kabul ettiğinde, bu klasik milliyetçilik, neo-milliyetçiliğe ve sömürgeciliğe entegre edileceğini görmek için seçkin bir sosyolog olmanıza gerek yok.
.
Devletlerle işbirliği içinde çalışan bu Batılı organize toplumlar ittifakının çıkarları, yapıları ve iç (ulusal) ve dış (uluslararası) politikaları birbiriyle bağlantılıdır ve demokrasiden ve demokratik yasalardan kopuk, entegre ve şeffaf olmayan bir şekilde işlemektedir.
Dolayısıyla, Bazı Batılı Devletlerde bu yeni yapılar (Devletlerle işbirliği içinde örgütlenmiş sivil toplumlar) bağlamında demokrasi sadece görünüşte vardır.
Diğer ülkelerde, Batılı örgütlü toplumların ittifakı, yerel grupların ya da farklı bayrak ve ideolojilerin arkasına gizlenerek hareket etmektedir : solculuk, popülizm, muhafazakârlık vb. hepsi de devletlerinin neo-sömürgeci politikalarına katılmaktadır.
Bu çerçevede, Batı’da hegemonik savaşlar bağlamında, neo-sömürgeci ideoloji tarafından yönlendirilen, sisteme dahil halkların müttefik, ve Batı Devletleriyle işbirliği içinde olduğu, ancak bu işbirliğini gizleyen ve kendilerini sadece sivil olarak tanımlayan, halklı-devletli ittifak sistemi ve birliği söz konusudur.
Eski sömürgecilik döneminde olduğu gibi, demokrasi, insan hakları, hümanizm ve evrenselcilik kavramları artık hiçbir hakiki anlam ifade etmemekte ve Batılı devletlerin neo-sömürgeci politikalarını meşrulaştırmak için propaganda silahı olarak kullanılmaktadır.
Batılı yeni sömürgeci sistemin insanlık dışı doğasını, barbarlığını ve nefretini, hedef aldığı diğer halkların nasıl insanlıktan çıkarıldığını ve yok edildiğini Batı’nın medyalarını, politik dünyasını ve askeri saldırılarını izleyerek ölçebiliriz.
Örneğin, neo-sömürgeci Batı sistemi, insan hakları ikiyüzlülüğü nedeniyle doğrudan uygulayamadığı etnik azınlıklara yönelik toplumsal şiddet politikalarını uygulamak için aşırı sağa alan açarak ve sızarak, bunları kullanmaktadır.
Yeni bir çağ başlıyor.
Böyle bir çağda, neo-milliyetçi ve Batıcı sistem içerisinde, devasa toplumlar örgütleniyor ve Batılı örgütlü bu toplumların birliği, Devletlerle işbirliği çerçevesinde, Batılı neo-sömürgeci politikalara ve projelere katılmakta.
Dolayısıyla, Batı’da halk demek, artık karşınızda devletin sadece özerk ve bağımsız bir vatandaşı değil, örgütlenmiş, anti-demokratik, diğerlerine (özellikle de Batılı olmayanlara) düşman ve neo-sömürgeci olan, devasa ve saklı sistemin bir parçası var demektir.
Diğer ülkelerde, bu neo-sömürgeci Batıcı sistem (Batılı devletlerle işbirliği içindeki Batılı örgütlü toplumların ittifakı), kendilerini Hıristiyan Batı’ya ait gören ve bu nedenle içinde yaşadıkları halk ve devlete sadece geçici olarak değil, kökten karşı çıkan yerel güçlerle ilişkilidir.
Neo-sömürgeci Batı’nın, Türkiye’de faaliyetleri.
Örneğin, Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanındaki Türk topluluklarında, Türkofobiye varoluşsal bir açıdan bakan bir kitle hareketi, bir Türkofobik düşünce akımı vardır (bu grup, Türk kimliğini zararlı bir kategori olarak algılıyor, ve kendi varlığını Türk kimliğini yok edilmesine bağlamaktadır).
Kendisini Hıristiyan Batı’ya ait gören bu Türk düşmanı ve ırkçı hareket, Türklere ve Cumhuriyete karşı şiddetli bir nefret beslemekte ve kendisini çeşitli siyasi kisveler altında gizleyerek Batı’nın yeni sömürgeci sisteminin Türk dünyasındaki taşıyıcısı olmaktadır.
Dolayısıyla, bu neo-milliyetçi ve neo-sömürgeci Batı sistemi (devletler ve örgütlü sivillerden oluşan ittifak) diğer ülkelerde yerel yapıları köprübaşı olarak kullanarak faaliyet göstermektedir. Bu Batılı yapılar ve dış ülkelerdeki işbirlikçileri, bağlı oldukları örgütü gizledikleri için, farklı bayraklar ve ideolojiler altında hareket ettikleri görülebilir : solculuk, popülizm, muhafazakârlık vb.
Şahsen, bu sistemin tanığı oldum ve sözde demokratik bir devlet olan Fransa topraklarında, bu sistemin yerli ve yabancı unsurlarının (örgütlü sivillerle işbirliği yapan devletlerin) hedefi oldum.
Benim durumum (uygarlık tahakkümü nedeniyle hedefi olduğum şiddet) demokrasi ve insan hakları açısından kendi başına çok ciddidir, ancak daha da ciddi olan, ortaya çıkardığı ve Fransız sisteminin Batı dünyasındaki taşıyıcılarından biri olduğu neo-sömürgeci saklı ve kitlesel şiddet eylemleridir.
Ilker TEKIN.